4 Haziran 2017 Pazar

8 Kasım 2014 Cumartesi

Ayna ayna, söyle bana...

Aşağıdaki 13. Yüzyıldan kalma orijinal el yazması hakkında uzmanlar çelişkili yorumlarda bulunuyor. Bir görüşe göre Ganimet bu yazıyı, gazetelerin hafta sonu ekleri iyice bozdu da, onun yerine geçsin diye yazdı. Düşününce, durum hakikaten öyle. Ama olan bitenden habersiz okuyucular için asıl gerekli bilgi, bu değildir. Bundan bir süre önce, Pembe Hayat web sayfalarında “Kürdün ‘ibne’yle imtihanı” başlıklı, soru cevap denemesinden hallice bir müsvedde yayınlandı. Yazının bir yerinde kontrol ederseniz görebileceğiniz gibi, transların Kürt olanlarının, bu çapraşık ruh halini ne şekillerde idrak ettiği mevzuuna değiniliyor. Trans güzellik yarışması organizatörlerinin Kürt oluşuna da, bu bağlamda dikkat çekiliyor.

Asya Özgür'ün –ki kendisi bu yarışmanın organizatörlerinden- facebook profilinden Ganimet’e ağzının payını bildiren bildirimi, yazının bu kısmını mesele edinen tepkidir. Ama tek tepki oluşu dolayısıyla röportajın altını muhabir olarak imzalayan gazetecinin, şükran dolu sözlerine muhataptır. Gazeteci kuyuya atılan taşın, hangi kırk akıllı tarafından sessizce geri çıkarılmaya çalışıldığını bu sayede fark edebildiğini söylemektedir. Yazının içinde bağlamına oturtmakta zorlandığınız bir şeyler olursa, bu linklenmiş kaynakçaya başvurmanız tavsiye olunur. Hala bile tatmin olmadıysanız, anlayamadığınız yerleri Ganimet’e mesaj atabilirsiniz.

Şu yandan çarklı felek, Ortadoğulu kadının bedenini, yani şu bildiğimiz kara kaderli, kara kıllı, iri ve şişman bedenini sikilmez hale getirdi eyvah. Beni, bembeyaz tenli, sapsarı saçlı, şakır şakır boşalan amlı kadına benzemem için fiştekleyip duran o kadar çok şey var ki, anlatmaya kelimelerim yetmez. Maalesef bana bakınca bir Ortadoğulu görüyorsunuz. Yani Avrupa'da bir turistik seyahatte bulunmaktayım farzedelim. Bana bakar bakmaz "Ortadoğulu dönme" diyeceklerdir. 

Eyvah!

Ortadoğulu olduğum her halimden belli. Bunu sadece siz söylemiyorsunuz. Tüm erkekler böyle görüyor. Siz aslında, bütün erkek milletinin bende görebildiğini yakaladınız. Bu bakış tam, erkek gibi bakış. "Benim o tezgahlarda bezim olmaz" diyen translar böyle görürken, aktivist transların da aynı bakışın arkasına göz yerleştirmesi tuhaf. Neye bakıyorsunuz? Devran bu kadını istiyor. Bütün trans kadın bacılarım, biyolojik kadınlardan daha güzel oldular. Bu yarışı açık ara kazandılar. Zaferlerine kimsenin diyeceği olmamalı. Varsa diyeceği olan, dili kopsun. Ne kadar diyet ödediklerini ben bile bilmiyorum. Aldıkları evler, kazandıkları paralar, hepsine helal ve hoş olsun. Ama, onlar, benim aktivist arkadaşlarım, canlarım, yoldaşlarım bile, şahsımda çirkin bir canavarı tasvir etsinler, anlayamıyorum. Hoş karşılamıyorum değil, anlayamıyorum. 

Ey yazdığım yazıyı anlayamayan arkadaşlarım! Bu benim yazarlığımın sona erdiği demektir. Yazamadığım anlamına gelir. Oysa benim için yazar sınıfına sayılmak çok önemlidir. Biricik muradım yazar olmak. Yazar olmasam, nasıl var olabilirim?

Ben sizin için daha ne yapabilirim bilmiyorum ki. Ben sizin güzelliğinizin garantisiyim yahu. Bana bakılarak güzel oluyorsunuz. Daha nasıl bir kıyak lazım translığınıza. Şu lanet Ortadoğulu görünüşlü bedenimden, inanın ben de hiç memnun değilim. Pes etmeye ramak kaldı. Sikilmezliğim, haklısınız, geri döndürülemez durumda. Sadece beni değil, bu sikilmezliğim, bakmakla yükümlü olduğum insanları da mutsuz ediyor. Yeterince para kazanamayışım, beni sapsarı saçlı, bembeyaz tenli, şakır şakır boşalan amlı bir kadın haline doğru tacizli bir şekilde itekliyor. Çirkin dönmeliğimi, lanetlenmiş Ortadoğulu görünüşümü, erkeklere pazarlamakta giderek zorlanıyorum. Durumuma, sadece seks işçiliği üzerinden bakılmasın lütfen. Barlarda kafelerde beni görenlerin bakışlarından da aynı nedenle mustaribim. Piyasadan payıma düşen sevgililer, hırsızlar, torbacılar, gaspçılar, baliciler ve hadi siz ilave edin, mafya kürtler...

Hatta bu aşağılık eşik bile, onlar bile beni, sarı saçlı, beyaz tenli, koca memeli, boşalan amlı olmaya zorluyor. Onlar bile bunu hadsizlik saymıyor.

Şöyle bir kadın olmak istiyorum. Tüm Ortadoğulu kadınlar ister, emin olun. İsterim ki, beni gören erkeklerin, siki kalksın. Mesai gerektirmeyecek bir muamele sonucu, el değmeden boşalsınlar. Kalçalarımda gözlerinin izi çıksın. Tüm erkeklerin nefesini kesecek kadar olmayı siz de istemez misiniz? Artık, ben de Ortadoğulu kara kaderli, kara kadına bakan bakışlarla bana bakılmasından yoruldum. Pes ediyorum. Erkeklerin ilgisini çekmenin ilmini benden önce öğrenmiş arkadaşlarım, n’olur el atın. Şu bedenimden ve çirkin kara yüzümden ve lanetli Ordadoğululuğumdan kurtarın beni. Michael Jackson'ın da kanıtladığı gibi, size beyaz, bembeyaz bir zenci vaat ediyorum.

Şu soru aklıma çengelini geçirmiş kanırtıyor: Sakın, “Senin gibi trans mı olur lan?” mantığı olmasın bu sizdeki? İçimizdeki transfobiyle ilgili olabilir mi acaba bu durum? Ben garip bir söz ishaliyim. Çenem durmaz. Bir transa göre gayet iyi fedakarlık yaptım. Mantilerle, aşkla harcayacağım vaktimi, aktivistlik için tasarruf ettim. Söyleyin, benden nefret ederek iyileştirdiğiniz yaralar mı var? 

Yazarken derdim, kimsenin tavuğuna kış demek değil. Bildiğim doğruları, sokaktan aldığım dille insanlara sunmak. Onlar bunu çok ilginç buluyor. Tapuladığım bir alan da yok. Çark lubunyaları bilir; bu çark alanını korumak değil. Satır, sopa davasında değiliz yani. Bu alanların öyle korunuyor olması ayrı bir hak ihlali. Benim derdim, hak ihlali gördüğüm alanlara üstünkörü bir göz atmaktı. Sokak öğretti bana bu nasırlı dili. Böyle anlatmayınca, insanlar anlamaz diye endişeleniyorum. Derdim, bacılarıma saldırmak, asla değil. Anlatabildiğim dil de sadece bunu kelimelendirebiliyor.

Mesele benim canımı acıtmaksa, bu oldu. Fakat, benim canım da dilim gibi nasırlaşmış. Eskiden olduğu gibi ta derinden üzmüyor beni bu meseleler. Aynı yolda gidiyor olabiliriz ama başka dillerden konuşuyor, başka başka doğrularla yürüyoruz. Bana bir erkek korosunun görerek bağırdığı sözlerle bağırmanı anlayamıyorum. Şart değil. Boş ver, canın sağolsun. Harcadığın emekleri görmüyor değilim. Ama anlayamıyorum. Ne var bunda? Tatlı tatlı yazmaya çalışıyorum. 

Hem, kuzum Asya, sana mı düştü benim çirkinliğimi ölçmek? Kiramı sen mi ödüyorsun? Böyle desem, bana verecek cevabın ne? Maalesef, hepimiz sikilerek para kazanıyoruz. Benim çirkinliğimin çığırtkanlığını sanal ve dahi reel alemlerde yapman sayesinde, seni sikmeyi deneyecekler çıkacaktır. Bu yeni pazarlarda benim hakkım yok mu sence? Beni yok ettin ve bu sana ilave bir para getiriyor.

Amaaan... Helal ve hoş olsun. ben böyle şeyleri takmam. Ama şu çirkinlik meselesine ayar oldum. İlk işim, aerobik yaparak zayıflayıp, her yerimi ipincecik hale getirip, eritip, iğne ipliklere dönüp, merhum Michael Jackson'un ispatladığı yollardan tıpkı, kendimi ispatlayacağım. Yemin ediyorum bunun için. Ant içtim. Ben bunu yapacağım, yaptıracağım, oldurup oluşturacağım. Hepinizi, amımın önünde saygıyla eğilmek üzere geçit resmine beklerim.

Ben demek istemişimdir ki, güzellik yarışmasına ne gerek var. sen bence yarışmasız tek güzelsin. Yarışmayı kazanan kız, senin birinciliğinin ikincisi. Mesela, ikimiz takılsak, benden bile güzel sayılırsın. Sorun güzellik ve güzellik yarışması değil. Sorun, hani bir Kürt hareketi var ya; hani Kürdistanlı kadınlar felan var, Onlar, "Diyarbakır'da güzellik yarışması yakışık almaz" diyor ya; anlatmak istediğim bu. Başka hiç bir sorunum yok. Hamd olsun, sena olsun. Senin de bir dönem Kürt hareketiyle alakalanmış olabileceğini düşündüm. Kürt trans aktivist diye düşündüm seni. HDP ile filan bir ilişkin olduğun zannı varmış bende. Benimle ilgili kısmı bundan ibaret. Yoksa, bireysel olarak, hayretle izlediğim, yaptığı şeyleri gördüğüm bir Öykü Ay örneği var. Kadın bunu bir dernekle, bir etnik kimlikle filan yapmıyor. Harikulade işler çıkarıyor. Hayretle ve imrenerek bakıyorum. Gururlanıyorum. Bana kıskanç ve haset diyorsun ya, kesinlikle doğru. Ama kıskançlığımın ve hasetliğimin seninle ilgisiz oluşu da kesin. Demet Demir'in Ülker Sokakta dikili kalmış büstünü kıskanırım mesela. Ebru'nun köprüye bayrak asarken bayraklaşmasını da. Yağmur Arıkan'ın Mersin Yedirenk'teki yerini açıkça kıskanırım. Buse Kılıçkaya'yı kıskanırım. Ve Esmeray'ın Küçükparmakkapı'dan Amargi'ye yürümesini... Kıskanırım hani... Ben hep o bedenlerin yerinde olmak istedim. 

Sanırım seni kıskanmıyorum. Senin için ne hasetlendim, ne bir gıpta geçti içimden. Olsa, niye söylemeyeyim?

Bir çok yerde belki karşılaşacağız ama, hayatımızın doğrultuları, hiç bir yerde kesişmeyecek sanki. Bu kanaat uyandı bende. Yanlış anlama, yaptıklarının arkasındayım. Yanlış anlama kız, similyam sana şanlamaz. Sen benim dünya ahret bacımsın. Arkanda duruşum dostçadır. 

-----------------------------

Kaynakça:

1- Asya Özgür atarlanmasa, kimselerin malumu dahiline giremeden unutulup gidecek olan şu uğursuz yazıyı görmek için tıklayınız

2- Asya Özgür'ün bir sinir krizi halinde giderlendiği bildirimi, altındaki yorum kutusunda dönmüş muhabbetleriyle birlikte görmek için tıklayınız

3- Muhabirin, mezkur facebook bildirimi dolayısıyla Asya Özgür'e ve onun şahsında fikirlerini tartışanlara duyduğu şükran borcunun zikredildiği yazı için tıklayınız.

7 Ağustos 2014 Perşembe

Beni üç nesil sikti

Seks sınıfı, sınıf, kimlikleri belirler. Elimizde yetişkin iki kişi var diyelim. Ve farzedelim, bunlar seks yapmak için (biz kısaca “sikişmek” tabirini tercih ediyoruz) epey hevesli. Bu işin girdisi çıktısı, el değmeden hazırlanmış bazı prosedürlere, bir dizi temsili form doldurma ayinlerine bağlanmıştır. Düğmeleri çözmek, nasıl soyunmanın girizgahıysa, cima etmek için de işe, bazı “çok özel” bilgilerin değiş tokuşuyla başlanır.
-         "Nerede oturuyorsunuz?"
-         "Ne işle meşgulsünüz?"
-         "Nerelisiniz?"
Kritik sorular bunlar. Önce, beyazların beyazlığı kayıtlara geçirilmeli. Sınıfsal orijin, hangi ekonomik / sosyal katmana dahil edileceğin ve düpedüz beyazlığın, hassas kantarlarda tartılacak, ardından bir sonraki aşamaya geçilecek.
Aslında aralarındaki bu münasebet, seksten ibaret olmaktan çoktan çıkmış bulunmaktadır. Başka bazı yüzeylerdeki örtüşmeler, bedenler arasındaki çakışmadan daha önceliklidir. En başta onun kontrolü ve teyidi gerekir. Sınıf, ünvan, kariyer, etnik kimlik, birbirini karşılayabiliyor mu, karşılayamıyor mu? Önce buna bakılacak.
Ne olduğun sorulur. Kadın mısın? Erkek mi? Gay, lezbiyen, hetero?... Hangisi?
Seks yapma aşamasına gelebilmek için bu sorular ışığında bir sabıka kaydı ibraz etmenin, bir ilmühaber tanziminin nasıl hissettirdiği kurcalar benim merakımı. Sanırım, bu tür şeyler, önceden konuşulup takdire bağlanmakla, çükler, amlar ya da götler güvence altına alınmış oluyor. Kimin hangi organını kullanacağı –ve dolayısıyla hangilerini kullanmayacağı- meselesi, şüpheleri dağıtacak biçimde açıklığa kavuşturulmuş oluyor. Medeni insanlarız sonuçta. Şimdi başlayabiliriz. Buyurmaz mısınız?...
İnsanın, bu imtihan azabından sonra seks yapası mı gelir ayol?...
Modern dönemlerin insanlık haleri böyle. Bilen bilir; haşlanması için tencereye koymadan önce, marketten parasını ödeyip almamızdan da önce, yani henüz canlıyken et tavukları, büyük tavuk çiftliklerinde yaşarlar. Buradaki "çiftlik" lafı, lafın gelişi, "yaşarlar" da gidişi. Bu tavuklar bedeninin ancak sığabileceği kadar küçük bölmelerde tutularak en kısa zamanda kesim ağırlığına gelebilmesi için keşfedilmiş işkenceli usüllerle beslenmektedir. Biz onlara cansız bedenleri ambalajlanmış halde ve sadece market raflarında rastlarız. Bunlar, kesilmek üzere götürülürken de bildiğimiz tavuk reaksiyonu göstermez. Tuhaf bir tepkisizlikle şapsal şapşal celladına bakar dururlar. Kaçmaya yeltenmek, ufak çaplı da olsa bir yaygara koparmak hiç akıllarına gelmez. Yaşama direnci, etli bedenden daha önce ele geçirilmiş, sömürgeleştirilmiştir.
Yeni nesil biraz bu et tavuklarına benziyor. Bu nesil hakkında bir şeyler söyleyebilecek durumda sayılırım. 45 yaşımdayım. 15 yaş büyüklerimle seks yaptığımı hesaba katarsak, üç farklı nesil arasında bir kıyaslama yapabilmek gibi son derece ayrıcalıklı bir noktadan konuştuğum anlaşılır.
Başlıca kategoriler şunlardır: Kulamparalar, götçü diye bilinen bir grubu oluşturur. Bunlar götseverlerdir. Evli barklı, kerli ferli adamlar... Merak ediyorum; oğlan götüne meftun bu insanların acaba kadınlarıyla ilişkisi nasıl? Mecburi hizmet gibi bir yükümlülük olmalı.
Gelelim kendi akranlarımın oluşturduğu gruba. Tahmin edebileceğiniz gibi bunlar, benim müşteri porföyümün en kalabalık dilimini teşkil ediyor. Şimdilerde de, onların ergen ve reşit çocuklarıyla sevişiyorum. Tereddütsüz söyleyebilirim; son nesil, en kötüsü. Hormonlu çocuklar bunlar. Ne sevmeyi ne sikmeyi ne vermeyi biliyorlar. Ne aşkı biliyorlar, ne paylaşmayı. Bu neslin varoşları iyidir ama. Varoşun ergenleri, bakır işler gibi sikiyor.
Kentli tayfa en kötüsü. Oysa gayet iyi besleniyorlar. Başka her konuda olduğu gibi beslenme konusunda da bilimin emir ve yasaklarına imanla itaat ediyorlar. Sosyoloji, psikoloji, seksoloji hayatı doğru yaşamak için birer kullanma kılavuzu olmuş, bunlara teknik taktik ve kondüsyon öğretiyor. Rafinerilerde saflaştırılmış bir hayattır bunlarınki.  
Ben, 25 yıl önce kıskanılmak isterdim. Dayak yemek için arıza çıkarırdım. Kinim, öfkem, nefretim, bu dayağın sonunda sikilirken yatışır, tatmin bulurdu. Kıskanırdım. Kıskanılmayı isterdim. Yeterince kıskanılmadığımda, kıskandırmam gerekirdi. O dayağı yiyerek sikişirdim. Sille tokat sikişirdim. Ağlayarak boşalırdım. Partnerimin omuzlarında, hıçkırıktan boğulmuş bir halde... Bu bir başka hazdır. Mümkündür ki, BDSM, bu tarzın rafine versiyonu oluyor. Aşktan arındırılmış, kullanma kılavuzu diliyle tarif edilen, garanti belgeli versiyon.
Bugünün BDSM’si, eskiden aşkı içinde barındıran bir şeydi. Sistem, aşkın anavatanından sürülmesini icabettirdi. Cep telefonları, sanal alem ve sosyal ağlar, hep o sürgündeki devrik kıraldan öc almak için.
Evet. Beni üç nesil sikti. Kabul etmek lazım; bende de o eski performans artık yok. Ama iddiayla söyleyebilirim, bu yeni nesli cebimden çıkarırım. Ne varsa varoşlarda var. Aradığımı oralarda buluyorum. Mamaklı çocuk, bedenimi bakır işler gibi işliyor. Öyleleri sadece varoşlarda kaldı. Ben, evet; iyi nabız tutarım. Benim bildiklerimi öğrenmek için, PR şirketleri kabarık bütçeli kamuoyu araştırmaları projelendiriyor. Oysa bu mevzu, tamamen benden sorulur.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Göt hazretlerini takdimim...

Götün, gitmek istediğin her yere senden önce gider. Aslında kimse seninle muhabbet etmez. Bütün konu götündür. Kadınlar ondan konuşur. Erkekler coşar; enginlere sığmaz taşar. Ne garip; sen kendini anlatmaya uğraşırken muhataplar, götünle muhabbeti çoktan ilerletmişlerdir. Hatta sen bile onu anlatmaya başlamışsındır. Sözgelimi işlevinin çeşitliliğinden bahsederek gayet dikkat çekici bir giriş yapmışsındır. Sonra sıra kendini anlatmaya gelir. Muhabbetin sonunda, ortamdan ayrıldığında akıllarda kalacak olan götün müdür, yoksa geri kalan kısımların mı, bilemezsin. İlk götümü takdim, sizin fikrinizdi; itiraf edin. Siz öğrettiniz. Götümü anlatarak başlamam, sizin yüzünüzdendir. Bu yüzden, götünden başlayan bir şeyim ben. Bu götün başıma ne dertler açtığı faslına gelene kadar, hikayem başlamış olmuyor.

Leşistan Muhtar Cumhuriyeti

Aklınızın homofobisiyle; transfobinizle dışladığınız yerde kırallıklar, imparatorluklar tesis ettik. Hazlarımızın özgürleşmesiyle, sisteminize bir kere daha çelme taktık. Zengin olmayı öğrettiniz bize. Kapıyı kapatmadan önce, özgürlüklerimizi de dışarıya, ötelendiğimiz yere fırlatıverdiniz. Onları da sisteminizin dışına attınız. “Leşistan” dediğiniz bu kırallığın arazisine süpürdünüz. Tozu dumana kattınız. Biz orayı özgürlükler ülkesi yapıyoruz. Mini mini komünler kuruyoruz. Sisteminizden attığınız her şey bizi biraz daha özgürleştiriyor. Kendilerini özgürleştirmiş insanlar, birbirini tanır. Mesela özgürleşmiş insanlar olarak bizim, aralarında seçim yapabileceğimiz doktor sayısı sadece 2’dir. Yazıyla iki. Ki, bunlardan birinin ihtisası kasaplık üzerine. Avukat sayısıyla ilgili seçeneklerimiz, doktor seçeneklerimizden yaklaşık yüzde 50 nispetinde fazladır. Üçlerce avukatımız var. Ayakkabıcılarımızı sayarken de hiç güçlük çekmeyiz. Çünkü bir elin iki parmağı kadarlar. Yani şahsen benim, sizinki gibi büyük dertlerim yok. Daha ucuz, daha güzel, daha sağlam alışveriş fırsatları bende tereddüt uyandırmaz.

Zaten elimizde hazır, üç adet özgürleşmiş insan var. Sisteminizden beni atarken, korktuğunuz yanlarınızı da peşimden süpürdünüz. Direnç göstermeye devam ediyor, bir can havli gösteriyorsam, korkun benden. Çünkü benimle beraber özgürlüklerinizi de sistemin dışına atmış oldunuz. Benim kıçım bundan böyle, sıcak yuvaların yıkılmasından sorumludur. Kocasını zaptedemeyen kadın için tehdit, işte bu sikişgen şeydir. Bu kıçın belasına mutlu yuvalar yıkılır. Farkına varabilseniz aslında; bu kıçın çağırdığı felaket, köleliklerinizi de kutsal yuvanızla birlikte yıkacak, yerle bir edecek. Yıkılan yuvaların dışında el değmemiş özgürlükleriniz var aslında. Yuva dediğiniz kaleye kendinizi hapsettiğinizi ne zaman göreceksiniz?

Bildiğimiz, sıradan bir göt, sizin zaaflarınız sayesinde lüks arabalar, yatlar, katlar alabiliyor. Seçkin semtlerde yaşıyoruz; aynı zaaftan sebep... Götlerimiz, bu kadar pahaya sayenizde değiyor. Onları fiyatlandırdınız. Para ettiler. Peki bizim götler böyle prim yaparken, sizinkinden ne haber? Sadece sıçar durumda: Haberleri dinlediniz.

Sisteminiz sayesinde okulda "özel” öğrencilerden oldum. Herkes beni tanır. Beni değilse bile, götümün hünerlerini mutlaka bilir. Siz tanınmak, siz şöhret için el yordamıyla basamak araştırırken, bağlarından kurtarıp özgürleştirdiğim sıradan bir göt, benim yıldızımı parlatmaya yetiyor.

En iyisi siz, kullanışlı bulmadığınız özgürlüklerinizle beni bir güzel paketleyip, sistemin dışında bir yerlere bırakıverin. Bir başıma kalayım. Özgürleşmiş bir götle nasıl kraliçe olunurmuş görün. Hepiniz kıçımı kutsayacaksınız. Bunun için aranızda yarış başlatacaksınız. Kullanmadan iade ettiğiniz özgürlüklerin paketini, sürprizi kaçmış birer hediye gibi açacağım.

"Bacasız sanayi" diye bir şey var gerçekten

Ben belki kraliçelikten yoruldum. Belki biraz dinlenmek istiyorum artık. Benim şov yaparak gezmemi siz istemiştiniz. Ben ve götüm, bir kraliçe ediyoruz. Ne garip! Götüm olmasa, kraliçe olamayacaktım. Mesela ben hiç bir yere yalnız gidemem. Birileri mutlaka sağlığımdan endişelidir. Coğrafyanın doğusuna doğru gittikçe, ben ve “heval”lerim, T.C. ile hesap görürüz. Bir avukat, hevalim olur. Çünkü benim, T.C. dinlenme tesislerine gönderilmemi istemezler. T.C., bütün hukuk sistemiyle gayrete gelmiş, adıma icra dosyaları açmıştır. Önemli oluşum oradan da belli. Bu kadar çok icra dosyası bulunan kaç kişi tanırsın heval? İcra dosyası söz konusu olduğunda ihtilafların çözümü için hevalin bir yardımı olmaz. Bu noktada meselenin halli de kıçıma düşüyor. Bir kıçın, tek başına bu kadar dosyanın altından kalkabilmesi mümkün değil. Biter Kırşehir’in gülleri biter ama T.C.’nin icra dosyaları bitmez. Dosyaların bir kısmı, doğrudan kıçımla alakalı. Sizin kıçınızın T.C.’de bir dosyası var mı mesela? Merak ediyorum; var mı?

Son zamanlarda bizim kıçı devlet de öğrendi. Hazret esasen bir işletmeymiş de haberimiz yok. Orospu taifesinin, soluklanmak istediğinde T.C.’nin en rantabl işletmelerinden birinin üzerine oturduğunu biliyor muydunuz? Küçük ve orta ölçekli işletmeler ayarından değil, holdingler basamağından vergilendirilmiş bir müesseseden bahsediyoruz. Hangi yollardan gelir elde ettiği kesin olarak bilinen yegane işletme, bizim dibimizdir. Diğerleri için saçma sepet vergiler tahakkuk ettiriliyor. Çünkü nerden gelir elde ettikleri belirsiz. Biz, kıçımızın getirdiği vergi yükünü, son derece mükellef bir şekilde yükleniriz.

Neden sadece biz, kıçımız için vergi ödemek zorundayız? Göstermelik de olsa, sizinkilerden neden bir kuruş vergi alınmıyor? Sebep şu: siz kıçınızı vidanjör olarak kullanıyorsunuz. Üzerine oturmaya yaradığını da keşfettiniz, doğru. Bunun için vergi mi tahakkuk ettirilirmiş? Bizse, kıçımızı durduramıyoruz. Bizden ayrı bir tüzel kişilik kazandılar. Hükmî şahsiyet halinde gezmekteler...

Ganimet – Buse

Yazıyı, orijinal el yazmasından okumak için tıklayın.

20 Temmuz 2014 Pazar

"Haremi sikmemizden korkuyorlar!"

Ganimet, bir süredir tatildeydi. Ankara'ya dönüşünden, sabaha karşı telefonuma düşen şu mesajla haberdar oldum: "Keşke uyanık olsan." Artık sabah sayılamayacak bir saatte mukabele edebildim. Yola çıkmışlardı ve kapsama alanıyla ilgili sıkıntılardan ötürü kopuk kopuk gelen sesinden: "Bu bir tür feodalizm." gibi tuhaf cümle kırıntısını ayıklayabildim. İşte bu konuyu daha geniş konuşmak üzere sözleştik ve ortaya aşağıdaki diyalog çıktı: 



Tatil dönüşü hane halkı bir nüfus artmış görünüyor. Gülşen’le ilişkiniz, sana ne gibi fikirler ilham etti?
Gülşen’le birlikte yaşamaya karar verdiğimde, biraz endişelendim aslında. Ne yaparım filan oldum. Gülşen çok da genç, 24 yaşında.
Genç olması, seni cezbeden taraflarından biri değil mi?
Yok. Cezbetmiyor. Başka bir yer var.
Cezbeden başka bir şey mi var?
Cezbeden bir şey yok aslında. Yaşamak zorunda Gülşen. Yoksa Gülşen’i... Defalarca şişlemişler. Bıçaklanmış. En son, kaşı gözü patlatılmış. Öldürecekler parklarda. Sistem kabul etmeyecek Gülşen’i. Ne yapabilirim sorusuna verdiğim cevap bu benim. Herhalde idare edebilirim. Ben, girdiğim yerleri biraz değiştiriyorum. Koşullarını değiştiriyorum sanırsam. Bir yıl kadar önce Özge ile arkadaş olduğumuzda, evinde bir tane çatalı, iki kaşığı olan birisiydi. Sürekli parayı uyuşturucuya ve kocaya veriyordu. Bir yılda, bütün evinin eşyasını düzdü. Ben de yardımcı oldum galiba. Estetiklerini yaptırdı. Filan filan... Okula benzeyen bir tarafı var bu evin.
Gülşen konusunda ne yapacağımı düşünürken, Buse, “ben yardımcı olurum” dedi. Bir taraftan da anneyi babayı tekrar üretiyoruz. Gülşen’le böyle bir ilişki kurmak zorundasın. Daha farklı bir ilişki kuramazsın. Anne ilişkisi kurmak zorundasın. Sonra, başka başka aileler olabileceğini tasavvur ettim.
Gülşen’in parayla ilişkisi çok kötü. Parayla ilişkisi yok. Antalya’da şartları epey sıkıntılı bir eve yerleşmiş Gülşen. Orada tesadüf ettik. Günlük, yarı yarıya anlaşmış ama hiç değilse bir 50-100 getirir gibi bir hesabı var kadının. Gülşen ama koli yapamıyor.  Seks algısı biraz değişik. İnternette birilerinin çüküne bakıp, kapatıyor. Öyle bir haz geliştirmiş herhalde. Ben de bir şey anlayamadım. Bir şey anlamamız gerekmiyor zaten. Öyle gelişmiş onun seks algısı. Beraber yaşayacağız işte. Ama çark yok. Hep çark yüzünden gelmiş başına gelenler.


Gülşen adında bir laboratuvar

Gülşen örneği daha önce gözlerden kaçmış bir konu üzerine düşünmem için vesile oldu. Cinsiyet kimliğini elde edebilmek için üreme yeteneğinden arındırılmış olmak gerekiyor ya?...
Evet. Sözünü ettiğinde “anlamadım” dememek için biraz kasmam gerekti. Orada kastettiğin nedir?
Benim mesela kadın olabilmem için, üreme yeteneğinden yoksun olmam gerekiyor. Rapor alabilmem ve kadın olduğuma dair bir cinsiyet kimliği edinebilmem için bu gerekli. Aynı şey, kadın translar için de geçerli. Bu bir kıyım değil mi sence? Yani benim kadınlığımı kabul ettirebilmem için ürememin engellenmesine razı gelmem şart koşulmuş. Buna itiraz ederken diyorum ki; sikten anne, amdan baba olabilir. Doğurarak da baba olunur.
Cinsel kimlik rejimiyle ilgili mevzuat sence, politik bir tercih olarak transları kısırlaştırma ilkesine mi dayanıyor?
Tabi canım. Bu politika, heteroseksüel sistemin devamını güvence altına almak için. Heteroseksüel aileler yerine eşcinsel aileler olsa, mesela trans bir erkekten baba olsa, kendi çocuğunu doğursa... Çok şık babalık yapan bir trans tanıyorum ben şahsen. Kötü olanları da var. Her ana-baba gibi. Ama başka bir aile kurulacağı kesin. Feodalizmin istemediği bir aile olacak bu.
Şimdi biraz anlıyorum galiba. 
Gülşen konusunda kararlarımızı Buse’yle birlikte aldık. Ben espri yaptım, ”sen babası olursun artık” diye. Gülüştük. Üzerinde biraz daha kafa yormaya değer bir konu olduğunu o zaman farkettim. Gülşen, çok zeki. Duyarlı. Büyük ihtimalle otizmle ilgili bir sorunu var. Bazı uzman arkadaşlarım öyle düşünüyor.

İtiraz görmemiş bir soykırım

Sence, yasa koyucu, düzenleyici organ yani, nasıl bir endişeyle hareket ediyor?
Birincisi, seni heteroseksüelliğe mahkum ediyorlar. Üreme, heteroseksüel bireyler üzerinden döndüğü için, biz translara, heteroseksüellere köle olmak gibi bir alternatif kalıyor. Eşcinsel bireyler ve trans bireyler, türün devamını heteroseksüellerden bekleyecek. Aslında erkek erkeğe de çok iyi çocuk bakılabileceğini anladım ben. Bir taraftan, politik bir kıyım bu. Değişik yöntem ve araçların devrede olduğu bir soykırım. Benim ürememi, aile kurmamı kabul etmeyen bir sistem var. Benim cinsiyet kimliğime kavuşabilmem için kısırlaştırma şartı traji-komik değil mi? Eskiden haremi sikilmekten korumak için başvurulan bir yol bu. Aynı biçimde, heteroseksüel işleyişe halel gelmesin diye yapılıyor. Trans bireyler bu yolla hadımlaştırılmasa, doğuran babalar, siken analar olabilir. Bizim kabiliyetlerimizin “seks işçisi” kategorisine sıkıştırılışı, feodalizm tarafından iteklenerek bu lanetli gruba sıkıştırılışımız, böyle bir politik hedefe hizmet ediyor.
Diyorsun ki, yasa koyucunun niyeti, haremi korumaktır... 
Tabi, yani.
Bu endişeyle hareket ediyor... 
Tabi. Haremi koruyorlar. Her heteroseksüel bunun gönüllü bekçiliğini yapıyor. Yoksa, başka başka aileler çıkacağından ben çok eminim. Çünkü, bir taraftan da eşcinsel insanlar, heteroseksüel insanlardan farklı olarak daha sikişgen.
Bu pencereden bakınca görünen manzarayı, feodal bir yapı olarak tasvir etmek gekeriyor, öyle mi?
Tabi, evet.
Ama o zaman, marksist kategorilerden farklı bir toplumsal gelişme modeli ileri sürmüş oluyorsun.
Yani, onu da düşündüm. Çok farklı evet. Bana bu hakkın verilmeme haline bir açıklama bulmaya çalışıyorum. Ben bir aileyi tekrar tekrar oluşturmak derdinde değilim ki. Tekrar tekrar ebeveynler oluşturalım da değil derdim. Kadın olmanın içinde annelik bir yer kaplıyor. Kadın olma hali, annelikle de başlar. Anneler kadındır zaten. Oysa benim kadınlığımı, ancak annelik hakkımın lağvedilmesi şartıyla kabul ediyorsun. Trans erkek için de durum aynı. Erkek olmak, biraz da baba olmak değil mi? Yani benim babalık hakkımı sen elimden alıyorsun, ondan sonra bana erkek cinsiyet kimliği teslim ediyorsun. Şurası çok dikkat çekici, üreme planında iki zıt cinsiyet, reddedilmiş oluyor. Her biri, diğeri lehine bir şart dolayısıyla sınırlandırılıyor. Erkeklik veya kadınlık hakkımın içine sıçıyorsun.
Bir şeyi anlamak ihtiyacındayım. Sen çocuk sahibi olmak istesen, diyelim baba veya anne olmak istedin, devlet buna nasıl müdahil oluyor? Prosedür nedir? Bu konuda detaylandırılmış bir mevzuat mı var?
Şimdi, bir cinsiyet kimliğinden, diğerine geçişle ilgili, yani trans geçişlerde kimlik edinmek için gerekli şartları yerine getirmek istiyorsan, üreme yetisinden arındırıldığının tespiti gerekiyor. Bir çok Avrupa ülkesinde, ameliyat olmaksızın kimlik alınabiliyor. Cinsiyetini beyan etmen yeterli oluyor. Sakallı bir kadın olmak, tercih edebileceğin bir seçenek mesela.
Ama Türkiye’de değil, öyle mi? Ben bilmiyordum bunu. 
Evet. Bu üreme yetisiyle ilgili engel mesela benim testesteron üretimimi tamamen durdurmak yoluyla hallediliyor. Diğer cinsiyet geçişi için, rahim veya yumurtalık operasyonları uygulanıyor. Kadın olma yetisini tamamen durduruyorlar. Ondan sonra ancak ona “erkektir” veya “kadındır” raporu veriliyor. Burada itiraz edebileceğimiz bariz bir hak ihlali var. Ben sikimle kadın olmak istiyorum, tamam mı? Artık kadın olmak da istemiyorum aslında. Çocuk yapmak istiyorum. Takıldığım nokta bu. Çocuğuma niye böyle giyindiğimi açıklama işini, bıraksınlar biz kendi aramızda çözelim. Bunu görmeme hali, bir politik kıyımdır. Kesinlikle kıyımdır. Bu konu hakkında kibar konuşamıyorum. Sen, annelik hakkımı elimden alarak bana kadınlık raporu veremezsin.


Üreme, heteroseksüel bir vasiyet

Aile kurumuna karşı eleştirel pozisyon almak bu kadar revaçtayken, sen aile hakkı talep etmiş oluyorsun...
Bunlar çok ilgi alanıma giren konular değildi benim. Bir keresinde İstanbul’da, eşcinsel aile grubuna biraz sataşmıştım. “Bu aileyi neden bu kadar abartıyorsunuz?” demiştim, hani. Ben de aile oluşturuyorum. Yetiştirdiğim bir çok kızım var. Ben de onların, bir şekilde ebeveyni değil miyim? Yanıma geldiklerinde, dışarıya çıkmaya korkar halde oluyorlar. Ben onları güzelce alkole alıştırıyorum, sikişmeyi öğretiyorum, para kazanmayı öğretiyorum ve sokağa salıyorum. Ailenin bir başka hali değil mi bu? Aile eşittir bir anne, bir baba ve işte, kötü bir kader... Ve bir çatı... Böyle mi olmak zorunda? Seninle benim çocuğumuz olduğunu düşünelim Gülşen’in. Afrika’daki yoksul, çocukları düşün. Bırak Afrika’yı, yetimhanedeki çocukların, böyle böyle ailelerde daha mutlu olacaklarını ileri sürmek çok mu mantıksız? Bu da çok önemli değil aslında. Bunu bir misyon olarak görmüyorum. Feodalizmin yeniden üretilmesini kendim için bir misyon olarak görmediğim gibi, yıkılması da benim için misyon değil. Ama şey... Annelik içgüdüsü, babalık içgüdüsü, köklü içgüdüler. Heteroseksüel bireylerin kendi nesillerine bıraktığı bir miras değil bu. Ben, evlilik karşıtı da sayılabilirim. Eşcinseller aman lütfen evlensin, iki ibne birbirini siksin, iki kadın birbirini sikebilir hale gelsin, devlet buna izin versin... Çok da sikimde değil. İbneler devlet izin vermeden de birbirleriyle sikişebiliyor. Sikişmeyi engelleyemiyorlar. Devlet ama sikişmeyi engelleyemezken, üremeyi engelleyebiliyor. Toplumda başka başka aile modellerinin ortaya çıkması, toplumdaki geleneksel aile algısını biraz tokatlamayacak mı?
Tokatlamaz olur mu? Haremin dağılmasına bile yol açabilir.
Evet. Lanet olsun, ben bir aile oluşturmak istemiyorum. Ama buradan bakıldığında, böyle bir durum var. Görülsün. Heteroseksüelliği bir miras konusu haline getirip, “mirastan heteroseksüel olmayanlar yararlanamaz” diyerek... Onların ailesini koruyan şey çok. Feodalizmi koruyan o kadar çok şey var ki. Kaynanalar var, halalar var, dayılar var, amcalar var, büyükbabalar var... Çocuklar aileyi kenetliyor...  Hetero biri, ilişkisi tarafından tutuklanmış, gözaltına alınmış haldedir. Heteroseksüel feodallik bir tutsaklıktır aslında. O halkayı taktıktan sonra, bir esareti davet etmişsin demektir. Esaret o kadar sistemli ki, her yerden tahkim ediliyor.
İki tarafı da tutuklayan ve gözaltında tutan bir angajman.
İki tarafı da evet. Kadın erkek ilişkisinde, erkeğin kadını sevmesine hükmedilmiştir. Kızlığını aldığı için. Ondan çocuk yapmışsan artık bırakamazsın. Öte yandan, töre, toplum, aile var. Dul kadının toplumdaki yeri belli. Tam ayrılacaklar, çocuklar var. Çocuklar annesiz babasız büyümemeli. O kadar çok, birbirini köleleyen bir zorunlu ilişkiler bütünü haline getiriyor ki sistem bunu... Oysa, benim ilişkim, hiç bir şekilde desteklenmediği halde, ısrarım sayesinde devam edebiliyor. Aksine, “kötüdür, kakadır, nefrete müstehaktır, günahtır” diye karşısına çıkılmış bir ilişkiyi her cephede savunmak zorunda bırakılıyorum. Hakkında verilmiş fermanlara rağmen sürdürmekte ısrar ediyorum. Sahiden ilişkiyi önemsemekle ilgili bir kriterden hareket edeceksek, sevgi, aşk eğer ona atfettiğimiz gibi kutsal bir haleyle ödüllendirilecekse, benim direncimin Ferhat’la Şirin’i kıskandırması lazım. Kurtulmak bir yana, ben bedel ödemeyi göze alarak direnmişim.

Yusuf AL

13 Temmuz 2014 Pazar

Tez yazma üzerine tezler

Bizim sık sık tez yazmak isteyen ziyaretçilerimiz olur. Aslında hepsinin tezinin konusu kendileridir. Şöyle bir konuşma hayal edebilirsiniz:

- İyi günler efendim. Ben filanca üniversitede okuyorum. Translar ne yer? Ne içer? Nereye sıçar? Boku ne renktir? Saçlarının kök hücreleri ne cinstir? Kıçlarında ne kadar kıl biter? Bunları öğrenmek istiyorum. Bu dersim için çok önemli.

Hırsızlık, BDSM ve Taocu seks üzerine

Aslında bizim olduğumuz yerde yüzde yüz hırsız vardır. Çingenenin travestinin olduğu yerde nasıl hırsız olmaz? Hırsızı anlamak için, onu utandıran şeylerle nasıl başa çıktığına yakından bakmak lazım.

Hırsızlar çok agresif tavırlar sergiler. Hırsızlığı hiç kabul etmezler. Küfrederler. "Bana hırsız diyenin anasını sikeyim" filan derler.

Travestinin hırsızlığıyla hırsızın hırsızlığı da aynı değil. Travestide satın alınmanın verdiği bir intikam duygusu var. Kapitalizmin başka rahatsızlıkları üzerinden nüksetmesi hali var.

Travesti gururu


Travestiler hırsızlıkarı yüzünden utandırılamazlar. Birbirlerinin evlerini soyarlar. Çalıyor olabilir. Niye bunun için utansın ki? Götünü siktirme pratiği geliştirmiş. O da utanç verici bir şey değil mi? Eskiden zaten utanmış, götünü siktirdiği için. Ya da utandırılmaya çalışılmış. Hırsızlıktan ayrıca niye utansın ki?

Buna rağmen, bazen kimse onu utandırmaya uğraşmıyorken, ya da uğraşıyorsa bile artık vazgeçmişken, beklemedik biçimde kendi kendine ahlaki sınırlar geliştirir. "Ben sadece götümü siktiriyorum, hiç hırsızlık yapmadım" diyerek övünmek ister mesela. Başka bir trans çeşidi de, "Ben sadece hırsızlık yapıyorum, hiç götümü siktirmedim" diyebilir. Aynı gurur, aynı mağdur, aynı övünme psikolojisi... İtibarını kurtaran bir çıkış yolu buluyor.

Hırsızın minneti büyük olur


Hırsız arkadaşlarım hep soyarlar beni. Ben bunu hiç sorun yapmam. Çünkü hırsızların minneti büyük olur. Çok hızlı getirirler. Giderken, yüzde yüz bir şeyini çalıp giderler. Evimden telefon gitti, laptop gitti. Ev arkadaşım, "Sen peygamber gibisin, bunların hepsini nasıl anlıyorsun" diyor. Çünkü hırsız grubu ortak özellikler gösterir. Mesela çok hızlı sikerler. Panik sikerler. Hırsızlık yapar gibi sikerler. Seksi de kötü yapıyorlar.

Kötü mü demek lazım bilmiyorum aslında; ne istediğine bağlı. Benim bütün kocalarım hırsız ve torbacı oldu. Birisinin BDSM olduğunu farzettim. Dövüp günlük on tane filan pıt alıyordum ama bunu realize edemiyordum. Dayaktan keyif aldığını anlamıştım. BDSM’nin ne olduğunu bilmiyordum. Sapkın bir hal diye düşünüyordum. Ama sapkınlığı beni rahatsız eden bir hal değildi. Ben Ankara’nın ilk BDSM çalışan travestisiyim. Etrafımdaki herkes “sapık geldi anneeeee!” filan diyorlardı. İstemeden nam yaptım. Aslında ben bu duruma BDSM dendiğini daha yeni öğrendim. Sapkınlıklarım beni var ediyordu o zaman. Neyin sapkınlık, neyin değil olduğuna daha tam karar vermemiştim ki. Bir altında, eşcinsellik de hastalıktı.

Sapık, senden sapandır


Şimdi bir karara vardım mı? O zamanki kararımla aynı kararım. Sapkın olma hali değil demem de neyi kurtarır ki? Kesin birşey değil ama, bende varmış BDSM. Hani bir tarafıma bulaşmış. Sapkınlık derecesine gelince yani aslında her yerden, karşı taraf sapkın. Anlayamadığın her şey, senden sapıyor. Sapkınlık böyle bir şey değil mi? Bana düz gelen, sana gelince sapıyor yani. Anlayamıyorsun, sapıyorsun. BDSM’yi seviyorum ben aslında. BDSM imişim. Ben bunu bilmiyordum ki. Bunun pratiğini ben kendim geliştirmiştim. Bir yerde okumuş değildim.

Taocu tedrisat


Bir keresinde Tao seksi diye bir şey okuyordum. TRT’de bir müdürle seks yapıyorum. Aramızda bir ilişki başlamıştı. Taocu seksten ne anladığımı sordu. “Gel ben sana göstereyim çok önemli bir seks şekli” filan deyip, heriften çok büyük bir para alıp, ondan sonra karşılığında domalıp, tükürüp, “sik hadi” dedim. Ondan sonra adam, “Tao Seksi bu muymuş?” dedi. Kitabı herife verdim, “Ben bunu anladım” dedim, “Bir de sen oku”.

“Hadi sok” dedim, tamam mı?

Adam, “Bu parayı fazlasıyla hakettin” dedi. “Bu kitabı ben okuyacağım” dedi.

Tao seksinin sonunda ben sikiliyorum. Ben bunu anladım yani, anladın mı? Üzerine ne koysan, önemli olan içerik. En son sana giriyor. Tao seksinden ne anlayacak?

BDSM eğilimlerinin ne zaman farkına vardım? Aslında bu sapkınlık tırnak içinde bende olmalıydı. Çünkü ben sapkınlıklar sınırındaydım. Şu anda BDSM ile karşılaşmış olsaydım bu bilinçle BDSM bir birey olur muydum, bilemiyorum ama onun gizemi çekti beni. Sapkın olması çekti. Sapkınlık olmasaydı zaten benim orada işim olmazdı. BDSM olmak zorundaydım zaten. Olmasam bile olmak zorundaydım. Bulaşmak zorundaydım. Zaten her bulaştığın şey, çıkartıyor seni, başka bir yere itiyor. Mesela BDSM’ye takılıp gidemiyorum. Oradan sıçrıyorum yani.

Benim hayatım hızlıdır, hani, anladın mı? Manevralı bir hayattır.

Hani?... Anladın mı?...

Herkes, kendi imparatorluğuna hasret. Tabi. Ben de öyle yapıyorum. Şimdi doğru trans grubuyla yaşıyorum. Doğru ibne grubuyla yaşıyorum. Beni böyle çok daraltan, girmemi ödülmüş gibi hissettiren hiç bir mekana gitmiyorum. Leş grubuyla hareket ediyorum. Hani seviyorum da herhalde. Ben de öyle bir şeyim. Leş grubundanım.

Travmalar çok gençten başlayan şeyler, anladın mı? İmparatorluğu kurmak zorundasın. Yoksa yaşamanın anlamı yok ki. Tek hedefin imparatorluk kurmak olmalı. Yoksa kurtarır hiç bir şey yok. Çocukluktan gelen bir şeyle geçer bu. Anladın mı? Bunu 6-7 yaşında hissedersin. İlk "Bu çocuk ne olacak?" endişeli hali gezer etrafında senin. Sessiz konuşurlar.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Komşu Komşunun Külüne Muhtaçtır

Meclisin üzerinde oturuyorum. Ne garip değil mi? Milletin, kendi meclisinde vekaleten oturan yüzlerce vekili var. Sürekli önünden geçmem gerektiği için karşılaştıklarıma dikkatli bakıyorum: Acaba hangisi benim vekilim? Televizyonlarda ve gazetelerde de rastlıyorum. Bana benzeyen ya da benzeme eğilimi gösteren, hoş, çiçekli kıyafetleri olan bir vekil bulamadım. Hadi bana benzemesi üzerinde fazla durmayalım; o zaman milletin vekili olan ve büyük bir ekseriyetle “bey” olan kişiler, benim vekilim olduklarından haberdar mı? Diyelim haberdar ve beni bağrına basmak için çıldırıyor, bunda da bir tehlike yok mu? Ben, bana kollarını açmış bir vekili milletle paylaşır mıyım? Paylaşmam. Bu vekilden gelecek cukkaları bir başıma yerim, cebime indiririm. Yani gene milletin vekili olamaz, bir iki kişinin vekili olur gibi geliyor bana...

Eylem Günlüğü